İyiliğin Sebebini Aradıkları Yok Ama Niçin Tersini Merak Ederler

"Ahlaki gerçekler yoktur, yalnızca ahlaki yargılar vardır."
-John Berger

Birçoğunun adını duyunca irkildiği, pek azının da Sartre gibi "Hiçbir genel ahlak, size yapacağınız şeyi söyleyemez." şeklinde bahsettiği kavram: ahlak. Ahlak, insana biraz doğuştan gelen biraz da sonradan öğretilen bir olgudur. Ahlakın doğuştan gelmesi boyutuna bakalım. Marquis de Sade "Acımasızlık, bir ahlak bozukluğu olmanın ötesinde, doğanın bize bahşettiği ilk yasadır. Çocuk daha erişkin olmadan oyuncağını kırar, sütannesinin memesini ısırır, kuşunu boğazlar." diyerek basitçe algılanabilen bir görüş sunsa da günümüzde daha geçerli görüşler vardır. Bu görüşlerden birine örnek olarak empati kurabilen ve sürüye uyum sağlayabilen insanların daha kolay hayatta kalmasıyla beraber, nesiller boyu evrimleşen nörolojik ve hormonsal birtakım ahlaki dürtülerimiz vardır. Yirmi birinci yüzyılda hâlâ önemli olan bu örnek, ne yazık ki eskiye kıyasla değersiz bile sayılabilir. Çünkü çağımızın getirisiyle artık kimsenin hayatı birilerine duyduğu güvene bağlı değil. Sonuç olarak ahlaksızlığa övgüler yağdıran, ahlaki dürtülerine karşı koyan veya ahlaki dürtülerden yoksun bireyler de rahatlıkla neslini devam ettirebiliyor. Bu yüzden günümüzde önemini kısmen yitirmemiş olan sonradan öğretilen ahlak üzerinde duracağım. İnsanoğlu hangi koşullar altında yaratmıştı bu iyi ve kötü yargılarını? Bu yargıları sunmayı kendine görev edinmiş dinlere bakalım. Binlerce yıl önce ezilmekten perişan olmuş olan vasıfsız biri, aristokratlara karşı çaresizce kelimeler savurdu. Kuyuya atılan bir taş neticesinde köle ahlakı meydana geldi. Sonra aradan yüzlerce yıl geçti ve köle ahlakı dünyayı sardı. Artık insanlar doyasıya sevişmiyor, mesai bitimi bir çanak şarap içmiyor ve bazı bol giyinen herifleri önder ilan ediyordu. Ara sıra bazı insanlar çıkıp bütün bu şekilci ahlaka karşı "Rakı, şarap içiyorsam kime ne? Yoksa kimseye bir zararım içerim. İkimiz de gelsek kıldan köprüye, ben dürüstsem sarhoşken de geçerim." dese de bunları diyebilen insanlar, tarih boyunca sık sık Madımak Katliamı gibi yüz karası olaylara maruz kalıyordu. Nietzsche, bu ve benzeri sayısız rezaleti yaşanmadan çok önce tahmin etmişti ve Ahlakın Soykütüğü kitabında "İnsanın kendine bir bellek oluşturmayı gerekli görmüş olduğu hiçbir seferde kan, işkence, kurban eksik olmamıştır." demişti. Görünen o ki iyi ve kötü yargılarını oluşturan kişiler kendi zamanlarında kısmen başarılı olmuşsa da evrensel bir ahlak henüz keşfedilemedi ve yine Nietzsche'nin deyimiyle ahlak şövalyesinin biri, bir gün tekrar ortaya çıkıp ahlak dersi vermeye kalkışırsa bilinmelidir ki en namussuzu odur. Peki ya namussuzlar iyiliğin sebebini aramıyorken niçin tersini merak ediyor? Maalesef kimseyi hazır cevaptan daha çok tatmin edecek bir şey yoktur. İnsana, zeka seviyesi her ne olursa olsun, düşünmek ve sorgulamak yerine kendisine ne yapılması gerektiğinin söylenmesi çok daha kolay gelir. John Berger "Bilgi, kendi içinde özel bir otorite taşımaz." demiştir. Bahsettiği bu durum bazı üçkağıtçıların kendini otorite ilan etmesine ve kolaycı toplumun da bu üçkağıtçıların peşinden sürüklenmesine sebep olabilir. Yine de yalanlara rağmen gerçeklerin bir gün ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır. Olaylar ve olgular birtakım neden-sonuç ilişkileriyle birbirine bağlıdır ve evrimsel psikoloji sayesinde aklı başındaki herkes bunun farkına varabilir. Basit bir ödül-ceza sistemiyle çalışan bu doktrinler için Nietzsche şöyle buyurmuştur: "İnsan ve hayvanlarda genel olarak cezayla sağlanan şey, korkunun artması ve akıllı tutumun güçlendirilmesi olmuştur. Böylece ceza insanları evcilleştirmiş ama onu 'daha iyi' yapmamıştır." Böyle baskılayıcı ve insan doğasına aykırı bir sistemin başarılı olması şaşırtıcı olurdu. Böyle bir baskı, atom bombalarının patlamasına ve soykırımlara engel olamamışken insanları daha fazla bastırmanın çözüme mi yoksa başka bir felakete mi götürdüğü sorgulanmalıdır. Yazımı Arthur Schopenhauer'nın bir sorusuyla sonlandıracağım: "Rahme düşmesi bir suç, doğumu bir ceza, hayatı bir meşakkat ve ölümü bir gereklilik iken insan nasıl vakur bir varlık olacaktır?"

Comments