Bir Roman


Genç Werther'in Acıları


Namıdiğer "Die Leiden des jungen Werthers", 1774'te henüz 25 yaşında olan Goethe tarafından 15 günde yazılmıştır. Romanın basımından hemen sonra Almanya'da hem intiharlar artmış hem de sokaklar sarı pantolonlu ve mavi ceketli genç Wertherler ile dolmuştur. Goethe, 1772 yılında Mayıs ayından Eylül'e kadar Wetzlar Alman Yüksek Mahkemesinde asistan olarak görev yaptığı sırada âşık olduğu Charlotte Buff adındaki nişanlı kadına duymuş olduğu karşılıksız ilgisini, edebi bir forma dönüştürerek bu romanla tasvir etmektedir. Wetzlar'da bir elçilik sekreteri olan arkadaşı Karl Wilhelm Jerusalem'in intiharı ve bu trajik aşkın doğuşu, Werther'in kendi eliyle hayatına son vermesi için Goethe'ye esin kaynağı olmuştur.

Anı, mektup ve günlük türlerinin iyi bir temsilcisi olan kitap, çoğunlukla kadın okurların ilgi odağı olsa da şahsen bu romanı hayatıma tesir eden ilk on kitap arasına koyabilirim. Her şeyden önce ekran karşısındayken "film öyle izlenmez" diyebildiğimiz gibi, bu eseri de "kitap öyle okunmaz" diyerek okumayı tavsiye ederim. Bu söz yıllardır aklımda dolanıyordu ve yıllar evvel kitabı ilk kez okumadan önce, uzun süre hayatımda duygu yoğunluğunun arttığı bir evreye geçmeyi beklemiştim. Nihayetinde muradıma erdim çünkü Werther'in düşüncelerini içselleştirerek okuyabilmek ve tutkularına eşlik edebilmek büyük bir zevkti.
Goethe, benim gözümde savlı romancı değil filozof bir yazardır. Eserinde felsefi intihar, evrensel ahlakası yasası vb. nice konsepte atıfta bulunan paragraflar bulunmaktadır. Werther, tabiri caizse "Entel Feridun" diyip geçilmemesi gereken, herkesin kendinden birer parça bulabileceği, tıpkı Goethe'nin kendisi gibi içsel dünyası zengin olan bir karakterdir. Birlikte Werther'den birkaç alıntıyı inceleyelim ve bu dünyaya bir göz atalım.


Konuyu artık kesecektim; ben bütün yüreğimle konuşurken önemsiz, beylik bir laf ortaya atan biri kadar hiçbir şey beni çileden çıkartamaz.

Retoriğin kötüye kullanılması sebebiyle tarih boyunca pek çok uygarlık, eşrafı tarafından istismar edilmiştir. Bunun sonucunda retorik, nice idamların ve muharebelerin müsebbibi olmuştur. Retorik, sık kullanıldığında küfür gibi dile pelesenk olabilen ve bu yüzden üstinsanlar arasındaki iletişimi koparabilen bir yapıdadır. Ahlaki kaygılar gütmeyen ve dehasını suistimal etmekte ısrarcı olan bu üstinsanlara ricamız, dost meclislerinde sloganlarla konuşmamalarıdır. Zira kendileri gibi yüzme biliyor olan bazı übermensch dostlarını türlü palavralarla boğmaya çalışmaları, sadece o güzel dostların o güzel gemilere binip yelken açmalarına sebep olacaktır.


Tutku! Sarhoşluk! Delilik! Siz ahlak sahibi insanlar öylesine kaygısız, öylesine kayıtsız görünüyorsunuz ki! Sarhoştan yakınıp akılsızı aşağılıyorsunuz; bir papaz gibi yanlarından geçiyor ve bir sofu Tanrı'ya nasıl şükrediyorsa, sizi de onlar gibi yaratmadığı için Tanrı'ya şükrediyorsunuz. Ben kaç kez sarhoş oldum, tutkularım hiçbir zaman delilikten uzak değildi ve bunlardan pişmanlık duymuyorum: Çünkü anladım ki büyük işleri, mümkün görünmeyeni başaran sıradışı insanların eskiden beri sarhoşlar ve deliler olduğunu ilan etmek gerek.

Hıristiyanlık, komünizm vs. kolektivist yapıların şerrinden, ideolojilerin haşmetlisi olan egoizme sığınırım. Sığınırım çünkü bu yapıların meydana getirdiği köle ahlakının başlıca fonksiyonlarından bir tanesi de her fırsatta üstinsanı kolundan bacağından tutup aşağı çekmektir. Ne olursa olsun bireyin önemi, tarihte her döneme damgasını vurmuştur ve mızrak çuvala sığmamıştır. Kimilerine, yüzyıllar önce Dünya'nın döndüğünü söylese de deli dendi. Kimilerine, savaşlarda canını ortaya koyup şehla gözlü ya da işitme engelli olsa da iki tane ayyaş dendi.


İnsanın doğası sınırlıdır. Sevince, kedere, acılara ancak belli bir dereceye dek dayanabilir ve o derece aşılırsa, insan yok olur. Yani söz konusu olan, birinin güçlü ya da zayıf olup olmadığı değildir! Kendi yaşantısına ne ölçüde dayanabiliyor, mesele budur! Hem ahlaki hem bedensel anlamda. Kanımca kızgın bir ateşten ötürü ölen birine korkak demek nasıl garip olacaksa, kendi yaşamına son veren birine korkak demek de garip olacaktır.

Kimileri, müntehirleri doğal seçilimin sonucu olarak görür. Hakikaten de pisliğin, çekinik genler vasıtasıyla taşınıp sonraki nesillerde majör depresyona sebep olabildiği durumlar mevcuttur. İntihar, pek çok farklı travma ve bozukluk sonrası süreçte de doğal olarak karşılaşılabilecek bir olgudur. Bunun yanı sıra üstinsanlar arasında, hayat anlamlı olmasa da neticede hayatın içine düşmüş bulunduğu için muzır bir merakla ve ıstıraplı bir inatla yoluna devam eden kişilerin oranı bir hayli fazladır. Bazı durumlardaysa genç Werther'in ızdırapları gibi acılar; muzırlığı, merakı ve geri kalan her şeyi gölgeleyebilir. Eh, ne yapalım, c'est la vie!


Niçin siz insanlar, bir konudan söz etmek için, hemen, bu budalacadır, şu akıllıcadır, bu iyi, şu kötüdür demek zorundasınız! Bu ne anlama geliyor? Yargıladığınız eylemin içsel koşullarını araştırdınız mı? Eylemi meydana getiren, onu bir zorunluluk haline getiren nedenleri kesin olarak belirleyebiliyor musunuz? Eğer böyle yapmış olsaydınız yargılarınızı öne sürerken bu kadar aceleci olmazdınız.

İletişim uzmanları yargıyı erteleme konusu üzerine ilahi bir adanmışlıkla yazıp çizseler de konuşup anlaşabilmek ve uzlaşabilmek, ne yazık ki ülkemizdeki sokak köpekleri veya içeride tutulan Kavala, Demirtaş kadar önemli olmadığı(!) için bu konu gündeme gelemiyor ve bu yüzden günlük hayatta, sokaklarda hâlâ kavuklu-pişekar diyalogları duyuyoruz.


"Dostum," diye haykırdım. "İnsan insandır ve birinin sahip olduğu o birazcık aklın, tutku fırtınaları estiğinde, böylece de insan olmanın sınırlarına varıldığında pek etkisi olmaz. Hatta her neyse, bu konuyu şimdilik biraz erteleyelim." dedim. Ah, yüreğim dolup taşmıştı ve birbirimizi anlayamadan ayrıldık; zaten bu dünyada kimse kimseyi öyle kolay anlayamıyor ki!

Werther için tutku, geleneksel tutkudan farklıdır. Köyden kız kaçırma, kan davası yüzünden adam vurma, başka birinin elini sıktığı için sevgiliyi kıskanma gibi değildir. Üstinsanın doğasında bulunan enthusiasm ve teorik dünyadan pratiğe geçişin etkileyiciliği, olmadık işlere kalkışmaya, birçoklarının yapamadıklarını yapmaya teşvik eder. Tarihte bireyin ve tutkularının önemi yadsınamaz çünkü tarih yazan icatlar, keşifler, ideolojiler, organizasyonlar vs. bizzat üstinsanın elinden çıkmıştır. 

Comments