Yücetepe, Akdeniz Cd. No:31, 06570 Çankaya/Ankara


Birinci Dünya Savaşı'nda seferberlikten önce yaşlı olduğu için ona çürük raporu vereceğini söyleyen yetkiliyle kavga edip kendini zorla askere yazdırdıktan sonra Irak'ta şehit düşen büyük dedem Şehit Süleyman Bey'in, Çanakkale'de savaşıp Galiçya'da Atatürk'ün muhafızı olduktan sonra Hicaz-Yemen'de Arapların ihaneti yüzünden İngilizlere esir düşüp iki yıl boyunca esir kampında hayatta kalan büyük dedem Gazi Şükrü Bey'in ve bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının yegâne başkomutanı olan Gazi Mustafa Kemal Paşa'ya ithafen...

Samsun'da beliren Güneş, karanlığa karşı mücadeleyi başlatalı tam bir asır oldu. Kötü emelleri uğruna sıraya girmiş bütün etkenlere karşı Türkleri “Ya istiklal ya ölüm!” parolası altında birleştiren bir kahraman, yayını gerdiğinden beri milyonlarca ok doğdu. Bugün toy oklar olarak birleştik ve kutlu hatıranıza yazıyoruz... Elli yedi seneye sığdırdığınız onca hatırayı kaleme almaya ne mürekkep ne de ömür yeter. Bu yüzden Gök Tanrı'yı hatırlatan gözlerinizden beni mazur görmesini talep ediyorum. Minnet duyarak sizin gibi olmayı vaat ediyorum. Açtığınız yolda, gösterdiğiniz hedefe, durmadan yürüyeceğime ant içiyorum. Söz veriyorum lakin sözümü nasıl tutacağımı gerçekten bilemiyorum. Beş dili, yedi nişanı, on bir savaşı, on üç kitabı, yirmi dört madalyayı, bir ülkeyi elli yedi seneye nasıl sığdırdığınızı idrak edemiyorum. Jack London'ın söylediği gibi “Öğrenilecek ve yapılacak o kadar çok şey var ki, yedi saat uyuyunca kendimi suçlu gibi hissediyorum”. Anlaşılan bu konuda hepimiz hemfikiriz. Kim bilebilir uykusuz gecelerde aklınızdan geçenleri? Ben de bugün sizi yâd ettiğim uykusuz bir gecedeyim. Her neyse, tıpkı bir çocuğun, babasından bir şey rica etmeden önce yaptığı gibi lafı sürekli dolandırıyorum. Şimdi de âcizane bir şikayette bulunacağım, hayatla yenice tanışmaya başladığı için her şeyi babasına şikayet eden bir küçük misali...
On Kasım'da başladı her şey. Koskoca Mustafa Kemal Paşa'ya öldü dediler! Garip Anadolu insanını ne güzel(!) kandırdılar. O gün, sizin öğrettiğiniz alfabeyle bütün gazetelerin ön sayfalarına nasıl oldu da “Atatürk Öldü” yazabildiler?.. Bütün insanların aklında ölmüştünüz artık. Ağladılar, sızladılar hatta size belki de milyonlarca sayfa duygusal yazılar yazdılar. “Atatürk yüreğimizde” dediler. Fakat akıllarda yaşamanız gerektiğini hiçbir zaman akıl edemediler. Bir türlü kemale eremediler. Hem koskoca cihan pehlivanı, küçücük yüreğe sığar mıymış hiç? Ah bu akılsız evlatlarınız... Nutuk'unuzu ve Medeni Bilgiler'inizi bile okumaya üşendiler. Bu tembelliği hangi şeytan fark etse musallat olurdu. Oldu da, kutlu silah arkadaşlarınız birer birer soldular. Akbabalar sizi öldü sanıp yine üşüşmeye başladılar. Biri de çıkıp “Atatürk ölmedi!” deseydi, korkarlardı belki Ege sularında boğulmaktan. Hâlâ topraklarımızı paylaşmaktı, tek umurlarında olan. Çabuk unuttular bizim kimin yadigârı olduğumuzu. Kandır bu, elbet çeker Ata'ya. Hakikaten çektiğini gösterdik, Kore'de ve Kıbrıs'ta. Elimiz silah tutuyor çünkü siz öğretmiştiniz taarruz etmeyi. Elimiz kalem tutuyor çünkü yine siz öğretmiştiniz üçgeni, dörtgeni. Bugün size şükretmektedir, Aziz Sancar gibi talebeleriniz. Tek sorunumuz düşünmekti bizim. Bugün, öldüğünüze inanıyor her kesim. Hayır, hiç kimsenin samimiyetine inanmıyorum. Bir insan sizi düşünüp de, öldüğünüzü nasıl kendine yedirebilir? Sanki Atatürk etten, kemikten midir? Atatürk bir fikirdir! Bir fikri nasıl öldürebilir siroz ya da göğse isabet eden mermi?
Öldürdüler… Merhametimi öldürdüler. Dağda askerimi, matbaada yazarımı ve hatta okulda öğretmenimi öldürdüler! Trende bilim adamımı, helikopterde fikir adamımı öldürdüler! Doğu Türkistan'da öz kardeşlerimi öldürdüler! Doğduğum günden beri ödeşmek burnumda tüter… Bugün sizi unutturmamak için yazılar yazan ben de maalesef yetersizim. Sizin gibi olmayı vaat etmiştim fakat hemen sonra ödeşmekten bahsettim. Oysaki Mustafa Kemal Atatürk'e “Size hakaret eden bir köylü var, ne cezası verelim paşam?” diye sorduklarında “Sebebini öğrenin.” demişti. Ve hatta o köylünün gazete kağıdıyla sigara içmek zorunda kaldığı için size küfrettiğini öğrenince “Trablus'ta ben de bir kere gazete kağıdıyla sigara içmek zorunda kalmıştım. Az bile küfretmiş, çabuk sigara gönderin köylüme!” demiştiniz. Bununla da yetinmeyip 1936'da yerli üretim ile ekonomimizi korumak için sigara fabrikası bile kurmuştunuz. Kızmayın Ata'm fakat sizin gibi olmak ne zor iş öyle? Ben yine de tek şansımı kolaya kaçarak harcamak istemiyorum. Odamın duvarındaki o güzel suretinize baktıkça, yıllarca edebiyat yapabilirim. Atatürk'ü, fikirlerinizi düşündükçe yıllarca felsefe yapabilirim. Fakat ben yolumu sizin gibi olmaya doğru çizdim. Bu yolda aşılacak binlerce engel var. “Böyle bir deha yüzyılda bir kere gelir.” demiş Lloyd George sizin için. On Kasım'ın ardından bir asır geçmedi ama belki bu asırda iki tane çıktı derler. Gurur duyarsınız, biliyorum. Onur duyarım. Şu an çizdiğiniz yol doğrultusunda savsakladığımı, hâlâ duygusal yazılar yazdığımı söylediğinizi duyabiliyorum. Yüreğim küçük mü, büyük mü; sığar mısınız, sığmaz mısınız bilemem fakat ferman dinlemediği aşikâr… Neyse, sizi daha fazla kızdırmayayım. Bu geceyi içimden geldiği gibi size tatlı rüyalar dileyerek bitireceğim.
Tıpkı bir çocuğun, babasına dilediği gibi...
İyi uykular...


Türkiye Cumhuriyeti Gençlik ve Spor Bakanlığı

Milli Mücadelenin 100. Yılında 19 Mayıs Mektup Yarışması Bölge Birincisi

Comments