Kakofoni

İnsan, kakası gelen bir canlıdır. Okulda öğretmeniniz, iş yerinde patronunuz, barda tanıştığınız yakışıklı adam ya da güzel kadın ve siz, her gün iki büklüm halde oturarak veya çömelerek, bazen gürültülü bazen uysal bir biçimde ama kesinlikle ortalığı kokutarak hunharca sıçıyorsunuz. Kıçınızı silip ellerinizi yıkadıktan sonra bu gerçeğin lavabonun giderinden akıp gittiğini varsayıyorsunuz, lakin tüm gerçekliğiyle ve faniliğiyle bu durum, sifonu çekmeyi unuttuğunuzda bir kaya misali dibe batan, bazen de bir kayık gibi su üstünde yüzen dışkınız gibi apaçık günyüzünde ve ortadadır. Sifonu çekseniz bile bu gerçeklik, gündelik hayatınızın derinlerinde, yürüdüğünüz sokakların altındaki kanalizasyon tünellerinde gizlice var olmaya devam edecektir. Öyleyse insanı ve bokluğunu görmezden gelerek yaşamak niçin? Bütün o yapmacık tutumlar, onlara yapmacık diyorum çünkü sergilendiği esnada tek osurukla yok edilebilecek kadar kırılganlar, hayatı gerçekten daha yaşanabilir bir hâle mi yoksa çekilmez bir hâle mi getirmektedir?
Unutulmamalıdır ki Japonya'ya atom bombası bırakan uçağın pilotu olan Paul Tibbets, bir butona basarak tarihin en büyük yıkımına yol açtıktan sonra uçak pistine geri dönüp en yakın tuvalete gitmiştir ve sıçmıştır. Bu yıkıma yol açan butondan sonra bastığı ilk buton, bir sifonun butonu olmuştur. Nazi Almanya'sındaki konsantrasyon kamplarında görev alan subaylar, imparatorluğun farklı bölgelerindeki gaz odalarına sayılamayacak kadar çok insanı zorla sokmuştur. İnsanlık tarihinin gördüğü en büyük katliam esnasında defalarca yaşanmış olan bu toplu cinayeti gerçekleştirirken; odalardaki küçücük çocuklara, dünya güzeli kadınlara ve hayatı çalışarak geçmiş zavallı yaşlılara ölüm üfleyen şalterleri indiren canavarlar, her yaştan insanın çığlıkları arasında tuvalete gitmiştir ve sıçmıştır. Bu çığlıklara sebep olan şalterden sonra çekerek indirdikleri ilk şey ise bir sifonun ipidir.
Martin Luther, Karl Marx, Marcus Aurelius, Adam Smith, peygamberler, diktatörler, bilim insanları ve nicesi; bir ülkeyi fethettikten sonra, bir kitabı yayımladıktan sonra, bir nükleer bombayı ürettikten sonra ve dünyayı değiştiren, insanlığa yön veren nice eylemleri gerçekleştirdikten sonra kakasını yapmıştır. Kim ne yapmış olursa olsun öncesinde ve sonrasında tuvalete gider. Zeka seviyesi, sosyal statüsü ve finansal durumu her ne olursa olsun bütün insanlar gece gündüz katırlar gibi, domuzlar gibi ve kuşlar gibi ortalığı pisletmektedir. Kediler gibi bu pisliği örtebilmeyi ise marifet ve medeniyet olarak adlandırırlar. Saygı duyduğunuz, taptığınız, yücelttiğiniz, aşkından öldüğünüz her kim varsa; her geçen gün bu dünyaya hatrı sayılır bir miktarda sıçtığını veya çoktan bir ömür boyunca dışkılayıp sonrasında sıçtığı toprağa gömülmüş olduğunu unutmayın. İnsan olduğumuz; sümüklü, boklu ve terli yaratıklarla çevrili olduğumuz daima aklın bir köşesinde bulunmalı. Albert Camus'nün "Çocuklara işkence yapılan bu dünyayı sevmeyi, ölünceye kadar reddedeceğim." dediği gibi ben de her saniye yüzlerce insan tarafından içine sıçılan bu dünyaya karşı, ölünceye kadar içtenlikle kayıtsız kalacağım.

Comments

  1. Metafor olarak müthiş bir anlatım, tabi aslolan insanların beyninde sifonu çekilmemiş yüzen dışkılar…

    ReplyDelete
    Replies
    1. Teveccühünüz, içi dışı pislikle dolu olan bir varlıktan çok şey beklememek gerek.

      Delete
  2. This comment has been removed by the author.

    ReplyDelete

Post a Comment