Karanlık

Bazı insanlar karanlıkla yaşar. Tatmin olmaya çalıştığında ise genelde birkaç farklı senaryodan biriyle karşılaşır. Karanlığı yok saymak, karanlığa karşı tatmin olmaya çalışmak ve karanlığa rağmen tatmin olmayı denemek... Eğer karanlığı görmezden gelirseniz karanlık; içinize, en derinlerinize işler ve farkında bile olmazsınız. Deve kuşu gibi kafayı kuma gömmenin işe yaradığı nerede görülmüş? Eğer karanlığa karşı savaşırsanız, kaybedersiniz. İçten içe kaybedeceğinizi bilerek mücadele ettiğiniz bu süreçte geri döndürülemeyecek şekilde yıpranabilirsiniz. Sürecin sonu geldiğinde ise hayal kırıklığına uğramış, dünyadan umudunu tamamen kesmiş ve eski verimliliğinden eser kalmamış miskin bir birey ortaya çıkar. Zira varolduğumuz bu evren, anlam dışı bir karanlıktan ve boşluktan ibarettir. Hatta tam olarak karanlık ve boşluk bile diyemeyeceğimiz; tasvirlerin ötesinde ignostik bir zamansızlık-mekansızlık durumundan belirsizce peyda olmuş gibidir. Yine de bu durumu olduğu gibi kabullenirseniz, hayran bir kayıtsızlıkla evrendeki tüm kaosa ve insanlığın bu kaosa ayak uyduramayışına tanıklık ederseniz, işte ancak o zaman tatmin olmak için elle tutulur bir fırsat elde edebilirsiniz. Evren her ne kadar karanlıkla kaplı olsa da tahayyül edemeyeceğimiz kadar uzakta parlayan yıldızlara bakarak gece yönümüzü tayin edebiliriz. Bizi yönlendirmesi açısından uzaktaki yıldızlar, tarihte bireyin önemini çağrıştırmaktadır. Aristoteles, Aurelius, Descartes, Hume, Nietzsche, Russell, Popper, Camus ve nicesi bütün bu keşmekeşin içinde yıldızlar gibi parlayıp bize ışık olmaktadır. Yıldızlar dünyadan çok uzakta oldukları için onlar öldüğünde de ışıklarını dünyadan görebilmeye devam ederiz. Aynı şekilde üstinsanların bizlere bıraktığı miras, kendileri toprağa karışıp gitse bile bizi aydınlatmaya devam etmelerini sağlar. İnsanlığın her döneminde insanlığın kuytu köşelerinde varolmuş üstinsanlar, önceki dönemlerde yaşanmış felaketlerin hikayelerini dinlemiş ve kendi dönemlerinin gündemindeki kıyımlara şahit olmuşlardır. Gelecekte meydana gelebilecek birtakım rezillikleri de öngören bu bilge kişiler, sahip oldukları bilginin ağırlığı altında ezilmeden ve sapıtmadan her şeye rağmen mutmain bir biçimde yaşamayı sürdürmüştür.
Binlerce yıl önce bu topraklarda yaşamış olan Hititlerden miras kalan bu dizeler anlaşılmaya değer: "Tanrım; bana değiştirebileceğim şeyleri değiştirmek için cesaret, değiştiremeyeceğim şeyleri kabullenmek için metânet, ikisi arasındaki farkı bilmek için ferâset ve beni fani yalanlardan koruyacak dostlar ver."
Çünkü güneşin altında değişen bir şey yoktur. Öğrendiklerimiz bizi daha bilge kılmamıştır. Bizim tarafımızdan keşfedilip ortaya çıkarılsa da evrenin yapısına, insanın doğasına dair değişen bir şey yoktur.
Goethe'nin Faust adlı eserinde değindiği gibi: "Araştırıp durdum ateşli çabalarla,
felsefe, tıp ve hukuk ilmini
ve ne yazık ki teolojiyi
Ve şimdi duruyorum burada bütün bilgimle bir ahmak gibi…
Öncekinden farkım olmadan."
Ya da Tolstoy'un İtitraflarım'da sorduğu gibi: "'Hiçliğin hiçliği' der Süleyman, hiçliğin hiçliği, her şey bir hiçtir. İnsanın, güneşin altında bütün o yapıp ettiklerinden kârı ne? Bir nesil yok olur gider, yerine bir başka nesil gelir. Ancak yeryüzü sonsuza dek var olmaya devam eder, geçmişte ne varsa gelecekte de olacak olan odur; bugün yapılanlar gelecekte de yapılacaktır ve güneşin altında yeni bir şey yoktur. 'Bakın işte bu yeni' denilebilecek bir şey var mıdır?"

Comments